İlk kez 1954 yılında düzenlenen Uluslararası Oberhausen Kısa Film Günleri, en eski kısa film festivallerinden biridir. Fakat festivalin sinema tarihindeki ününü esas olarak 1962 yılında yaşanan bir olaya borçlu olduğunu reddedemeyiz. Yirmi altı sinemacının festival çerçevesinde düzenledikleri “Babamızın sineması öldü!” (“Papas Kino ist tot!”) başlıklı basın toplantısı büyük ilgi çeker. Ağırlıklı olarak yönetmenlerden oluşan bu grup, Batı Almanya'da ticari sinemanın çöküş sürecine girdiğini ve yeni bir sinemanın geldiğini söyler. Geleneksel sinemaya karşı kısa filmlerin yeni bir dil geliştirmekte araç olduğuna dikkat çekerler. Genç sinemacıların yapacağı yeni filmlerin sektörün geleneklerinden, ticari partnerlerin etkilerinden ve çıkar gruplarının baskılarından kurtulmaya, tam anlamıyla özgürlüğe ihtiyacı vardır.
Oberhausen'da yaşanan, 60'lı yıllar boyunca dünyanın pek çok ülkesinde etkisi hissedilecek ve en nihayetinde öğrenci hareketine evrilecek dalgalanmanın bir örneğidir. Fakat Batı Almanya'da gençlerin kendisinden önce gelen kuşakla yaşadığı çatışmanın, bu kopma arzusunun ayrı bir boyutu daha vardır. 60'lı yıllar Batı Almanya'da hâlâ etkin pozisyonlarda bulunan bazı eski Nazilerin yargılanacağı, savaş sonrasında en etkin toplumsal yüzleşmenin yaşanacağı dönemdir. [1] Gençlerin değişim arzusunda bunun payı da yadsınamaz.
Genç sinemacılara göre savaş sonrası “Wirtschaftswunder”[2] döneminde sinema da bir kaçış işlevi görmüştür. Ticari ya da “eğlence” sineması Nazi döneminin anılarının ve suçlarının bastırılmasını sağlamaktadır. Özellikle Almanya'ya özgü bir tür olan “Heimatfilm”[3] eleştirilerinin hedefindedir. Sinema ticari ihtiyaçlara değil, sanatsal değerlere göre şekillenmelidir.
Manifesto söz konusu basın toplantısından başlayarak müthiş ses getirir. Fakat gerek endüstri içerisinden isimlerin gerekse basının ilk tepkileri ağırlıklı olarak küçümseyicidir. Gerçi, dönemin Batı Almanya sinemasını topluca bir çöküş içerisinde görmek mümkün müdür, tartışılır. Fakat Oberhausen Manifestosu kısa zamanda yeni bir sinema dili ve yeni üretim biçimleriyle ilgili değişiklikleri peşinde getirir.
Yine 1962 yılında Oberhausen Grubu'ndan 14 imzacının girişimiyle Münih'te “Genç Alman Sineması Vakfı” kurulur. Alman sinemasında kültür ve sanat politikaları açısından bir konsept geliştirilmesini ve genç yönetmenlerin ilk filmlerine maddi destek sağlanmasını hedefleyen bu oluşum, 1965 yılında “Genç Alman Sineması Kurulu” adında resmî bir fona dönüşür ve destek alan ilk uzun metrajlı film de Alexander Kluge'nin Düne Veda'sıdır (Abschied von gestern, 1966). Diğer yandan 1962 yılında Ulm Sanat Okulu'nda açılan sinema bölümü akımın gelişiminde yine önemli bir rol üstlenir. Berlin ve Münih'teki film okullarının öncüsü[4] olan bu sinema bölümünde Oberhausen imzacılarından Alexander Kluge, Edgar Reitz, Bernhard Dörries, Detten Schleiermacher ve Haro Senft ders verir. Batı Almanya'da çekilen ilk feminist film olarak anılan Ula Stöckl'ın Dokuz Canlı Kedi'si (Neun Leben hat die Katze, 1968) Ulm Sinema Okulu'nun sinema bölümünden bir mezuniyet projesidir.
Manifestoyu takip eden yıllarda genç sinemacılar hem biçimsel hem de tematik olarak yeni bir sinema arayışını ağırlıklı olarak deneysel kısa filmlerle sürdürür. İmzacılardan Herbert Vesely'nin söz konusu basın toplantısından sadece üç ay sonra Cannes'da yarışan Heinrich Böll uyarlaması İlk Yılların Ekmeği (Das Brot der frühen Jahre, 1962) kimi kaynaklarda Genç Alman Sineması'nın ilk örneği olarak gösterilse de akımın esas büyük uluslararası çıkışı 1966 yılında gerçekleşir. O yıl Cannes'da hem Volker Schlöndorff'un yönettiği Genç Törless (Der junge Törless, 1966) hem de Ulrich Schamoni'nin yönettiği Es (1966) vardır. Schlöndorff'un filmi festivalden FIPRESCI ödülüyle döner. Aynı yıl Alexander Kluge'nin Düne Veda'sı da Venedik'te yarışır ve Jüri Özel Ödülü'nü kazanır. Artık genç Alman sinemacılar Avrupa'nın geri kalanında da dikkat çekmektedir.
Bu dönemde Oberhausen imzacısı olmayan başka genç sinemacılar da sahneye çıkar, hatta zaman içerisinde akımla daha çok özdeşleşip tanınırlar. Volker Schlöndorff, Wim Wenders, Werner Herzog ve Rainer Werner Fassbinder Genç Alman Sineması'nın yıldız yönetmenleri olur. Yeni fonlama sistemlerinin yardımıyla hayata geçirilebilen bu filmler auteur sinemasının Batı Almanya'daki yansıması olarak görülür. Hatta bu yönetmenler kendi filmlerinin dağıtımını kolaylaştırmak için 1971 yılında bir dağıtım şirketi kurar ve “Filmverlag der Autoren” adını verirler; yani “Auteurlerin Dağıtım Şirketi”. Bu eşleşmenin de çağrıştıracağı üzere, özellikle erken dönem Genç Alman Sineması filmleri estetik olarak Fransız Yeni Dalgası'nın yoğun etkisini taşır. Belgeseli anımsatan bir gerçekçilik arayışı, gündelik hayattan detayların ve güncel politik tartışmaların hikâyeye yansıması, sıçramalı kurgu ya da makale film gibi unsurları bu yönetmenlerin filmlerinde sık sık görürüz.
Belirli tematik ve estetik arayışlar etrafında buluşan bu sinemacıların zaman zaman birbirlerine destek de verdikleri üretim ve dağıtım biçimleri sonucunda giderek bir merkez Genç Alman Sineması oluşur. Kluge veya Reitz gibi kurucu isimler, ayrıca Schlöndorff, Wenders, Fassbinder ve Herzog merkezdeki en etkili isimler olarak anılabilir. Diğer yandan bu merkezin dışında farklı isimler de özgün bir sinema dili geliştirir. Örneğin Fransız ikili Jean-Marie Straub ve Danièle Huillet Almanya'da çektikleri[5] deneysel edebiyat uyarlamalarıyla öne çıkar. Hans-Jürgen Syberberg'in Almanya'nın tarihine baktığı opera filmlerinin de pek benzeri yoktur. Rosa von Praunheim'ın belgesel ve kurmaca filmleri sinemada gay aktivizminin öncü örnekleridir. Zaman zaman Fassbinder'le beraber çalışan Werner Schroeter ise avant-garde sinemanın etkileri ve gay kültürünün ilgi alanlarını buluşturarak kuir filmler çeker. Hamburg ve Münih'te ise tür sinemasına meyleden yeni oluşumlar ortaya çıkar. Senarist Max Zihlmann etrafında şekillenen “Münihliler” grubu Rudolf Thome, Klaus Lemke ve Eckhart Schmidt gibi yönetmenlerden oluşur. Roland Klick ise İsrail'de çektiği modern western Deadlock (1970) ve Hamburg'da çektiği Supermarkt (1974) ile başarı kazanır.
Genç Alman Sineması 70'li yıllarda daha büyük başarılarla Amerika'da da dikkat çeker. Fassbinder, Wenders, Herzog ve Schlöndorff uluslararası büyük festivallerin gediklilerine dönüşür ve büyük ödüller kazanır. Fakat eleştirel görüşler de yok değildir. Kimi sinemacılar Oberhausen imzacılarını, uzun metraj kurmaca filmler çekmeye başladıktan sonra eleştirdikleri endüstrinin bir parçasına dönüşmek ve devrimci ruhlarını kaybetmekle suçlar. Diğer yandan Batı Almanya'da feminist film teorisi merkezli ilk tartışmalar da yine Genç Alman Sineması etrafında gelişir. 1974 yılında Berlin'de çıkartılmaya başlanan Frauen und Film, Avrupa'da feminist film teorisine odaklanan ilk yayındır. Derginin kurucularından Helke Sander, yönettiği filmlerle erkek meslektaşlarının anlatılarına önemli ve eleştirel bir alternatif geliştirir. Sander dışında Jutta Brückner, Helma Sanders-Brahms veya Margarethe von Trotta gibi yönetmenler de kadın hareketiyle doğrudan bağlantılı feminist filmler çekerek Ula Stöckl'ın mirasını devam ettirir. Resimden sinemaya geçen Ulrike Ottinger ise tamamen kendine özgü bir dünya yaratarak avant-garde feminist filmlere imza atar.
1977 sonbaharı, peş peşe gelen terör olayları ve RAF'ın (Kızıl Ordu Fraksiyonu) kurucu üyelerinin Stammheim hapishanesindeki şüpheli toplu intiharı nedeniyle savaş sonrasında Batı Almanya'da yaşanan en büyük toplumsal krize sahne olur. Genç Alman Sineması'nın önde gelen yönetmenleri de bu süreci öznel yorumladıkları kısa metraj filmlerle kolektif bir işe imza atar. On bir yönetmenli Sonbahar'da Almanya (Deutschland im Herbst, 1978) bu özelliğiyle Genç Alman Sineması'nın simge filmlerinden birine dönüşür.
Çoğu sinema tarihçisi 1982 yılını Genç Alman Sineması'nın sonu olarak gösterir. Fassbinder'in genç yaşta ölümü bunda en etkili unsurdur. Diğer yandan 70'li yıllar boyunca gelen uluslararası başarı, 80'lerde akımın önde gelen yönetmenlerinin başka ülkelere yönelmesine de sebep olur. Her ne kadar Wim Wenders Amerika'da Francis Ford Coppola'nın yürütücü yapımcılığında Hammett'ı (1982) çekerken büyük bir hayal kırıklığı yaşasa da yine Amerika'da çektiği Paris, Texas (1984) ile Cannes'da Altın Palmiye kazanır. Genç Alman Sineması'nın belirli başka isimleri de başarılı filmlerle gerek kendi ülkeleri gerekse yurt dışında kariyerlerine devam eder.
1962-1982 yılları arasındaki bu heyecan verici dönemi mümkün olduğunca çeşitli ve farklı yaklaşımları yansıtan bir seçkiyle özetlemeye çalıştık. Genç Alman Sineması'nın merkezindeki popüler isimler kadar, merkezin dışındaki çok yönlü sanatçılara da yer veren ve dönemin Batı Almanya'sının ruhunu yansıtan bir program olmasına özen gösterdik. Oberhausen Manifestosu'nun imzacıları Şubat 1962'de, tam 61 yıl önce “Eski sinema öldü, biz yeni sinemaya inanıyoruz!” diyerek yola çıkmıştı. Programdaki filmlerin bugün de o yenilikçi ve taze ruhu koruduğunu düşünüyor, seyircilerde heyecan yaratabileceğini ümit ediyoruz.
Engin Ertan
[1] 60'lı yıllar boyunca devam edecek Auschwitz davalarının başlamasında anahtar bir rol üstlenen savcı Fritz Bauer, Genç Alman Sineması'nın simge filmi Düne Veda'da (Abschied von gestern, 1966) ufak bir rol alır.
[2] “Ekonomik mucize”. Batı Almanya'nın II. Dünya Savaşı sonrası ekonomik anlamda yaşadığı hızlı gelişmeyi tanımlar.
[3] Memleket filmi diye Türkçeleştirilebilir. Pastoral diyebileceğimiz bu filmler, genellikle taşradaki yaşamı ve aile değerlerini yücelten hikâyeler anlatır. İleriki yıllarda kimi genç yönetmenler karakterlerin taşradaki hayat veya doğa ile ilişkisini sorgulayan “Anti-Heimatfilm”leri çeker; örneğin Peter Fleischmann'ın Jagdszenen aus Niederbayern'i (1969) gibi.
[4] DFFB 1965, HFF ise 1966 yılında açılır.
[5] İkili, Straub Cezayir'de savaşmak için askere çağrılınca 1958'de Almanya'ya göç eder ve burada üretmeye başlar.
Kadıköy Belediyesi Sinematek/Sinema Evi'nde otopark alanı mevcut değildir; dolayısıyla sitemizdeki haritada işaretlenmiş olan, civar otoparkları kullanabilirsiniz.
Toplu taşımayı tercih edecek ziyaretçiler, Kadıköy'den düzenli aralıklarla kalkan Bostancı dolmuşlarını kullanarak Hasırcıbaşı Caddesi'nin girişinde inebilirler. Sinematek/ Sinema Evi tabelalarını takip ederek 5 dakikalık yürüme mesafesindeki kurumumuza ulaşabilirsiniz. Yine aynı yöne ilerleyen İETT otobüsleriyle de Barış Manço durağında inip yönlendirme tabelalarını takip ederek kurumumuza ulaşmanız mümkündür.