Sadece sinema tarihimizin kilometre taşı kabul edilen pek çok filme attığı imzasıyla değil, şaşırtıcı biçimsel denemeleriyle, çok farklı türde işler yapmış olması ve belki bunlar kadar uzlaşmaz kişiliği, şahsına özgü siyasal görüşleri ve tarih tezleriyle de kendisinden çok söz ettirmiş bir yaratıcı yönetmen Metin Erksan. Retrospektifinde yer verdiğimiz 19 filmiyle ustanın sinema tarihimizde çokça konuşulmuş ve tartışılmış filmlerine toplu bir bakış atmayı ve filmlerini yeniden bugünün seyircisinin dikkatine sunarak tekrar tartışılmasını hedefliyoruz.
Seçkide kronolojik olarak yer alan ilk Erksan filmi Türkiye’de sansür denince ilk akla gelen filmlerden birisi olan Karanlık Dünya (Aşık Veysel’in Hayatı). Bu film Erksan’ın ilk filmi olması nedeniyle henüz onun sinemasal dilinin özelliklerini yansıtmayan, olgunluk döneminin uzağında bir yapıt olarak değerlendirilse de hayatı boyunca boğuşacağı sansür mekanizmasıyla ilk tanıştığı ve sinema tarihimizde neredeyse sansür kavramıyla özdeşleşmiş bir film olması nedeniyle özel bir ilgiyi hak ediyor. Hem Erksan’ın sansürle cebelleştiği tüm filmlerinde yaşadığı tecrübeleri hem de Türkiye sinemasında sansürün rolü ve tarihsel evrimi konularını 22 Ocak 2022 tarihinde gerçekleştireceğimiz “Metin Erksan ve Sinemamızda Sansür” paneliyle masaya yatırmayı planlıyoruz.
Seçkimizde Metin Erksan’ın 1960’lı yıllarda gerçekleştirdiği gerçekçi filmleri ayrı bir yer tutuyor. Bu filmlerin ilki olan 1960 yapımı Gecelerin Ötesi pek çok sinema tarihçisine göre Türkiye’de toplumsal gerçekçi sinemanın öncüsü sayılması gereken bir film. Erksan bu filminin ardından Yılanların Öcü (1961), Susuz Yaz (1963), Suçlular Aramızda (1964), Kuyu (1968) gibi sosyal konuları inceleyen ve her biri sinemamızda derin izler bırakan gerçekçi filmlere imza attı. Bu filmlerde dikkat çeken ortak izlek, para ve mülk hırsı ve bu tutkunun bizzat sahiplerini de yok eden yıkıcılığıydı. Sadece mülkiyet üçlemesi olarak adlandırılan filmlerinde (Yılanların Öcü, Susuz Yaz ve Kuyu) değil yukarıda saydığımız diğer filmlerinde de (ve hatta melodramatik özellikleriyle diğerlerinden ayrı bir yer işgal eden Acı Hayat (1963) filminde) Erksan, kamerasını yükselmek, daha çok para ve mülk elde etmek isteyen hırslı ve yıkıcı tiplere yöneltti. Erksan bir yandan bu filmlerde söz konusu karakterlerin mülk ve para tutkusunu sosyal bağlamı içine oturtup onların maddi hırslarını sınıfsal pozisyonlarıyla ilişkilendirirken; diğer yandan kendi imzasını özgün kılacak bir şekilde bu karakterlerin yıkıcılığını öyle şiddetli bir biçimde tasvir etti ki seyirci, doğalarında taşıdıkları önüne geçilemez iktidar tutkusunu açığa vuran, trajedilere has tarihüstü bir yıkıcılık ve kötücüllük tasviriyle karşı karşıya kaldığını düşündü. Aşırılıklardan ve aşırı karakterlerden hoşlanan Erksan’ın asıl ilgisi öldürücü ve tahrip edici tutkulardı adeta.[1]
Yönetmenin bu filmleri arasında Kuyu ise kuşkusuz müstesna bir yer işgal etti. Erkeğin kadının bedeni üzerinde tahakküm kurmasının hak sayıldığı bir sosyal ve kültürel düzlem sinemamızda pek çok kez eleştirel bir şekilde tasvir edildi. (Örneğin Yılmaz Güney Seyyit Han, Aç Kurtlar, Sürü ve Yol gibi filmlerinde feodal “namus” kavramının cenderesi altında bir mala indirgenmiş kadınlığın durumunu sıkça resmetti). Ancak sinemamızda belki de ilk kez Metin Erksan, kamerasının odağına bir kadını yerleştirerek kadını mülk sayan bir sistemi ilk kez kadın bir karakterin gözünden eleştirdi. Bu nedenle pek çok sinema tarihçisi ve eleştirmen için Kuyu Türkiye sinemasının ilk gerçek kadın filmi sayılmalıydı.
Erksan tüm bu gerçekçi filmlerinde sosyal temaları işlerken bir yandan da kendine özgü bir stil geliştirmekteydi. Gerçekçi sinemada alışık olduğumuz durağan plan ya da plan sekanslardan ibaret bir anlatım yerine yönetmen zamanla imzasına dönüşecek son derece hareketli bir üslup inşa etti. Sürekli hareket ederek konuşan karakterlerin hareketlerini ileri geri kaydırmalarla ve panlarla takip eden ve dolayısıyla sürekli yeni mizansen ve çerçeveler kurup onları bozan ve yeniden kuran son derece dinamik bir sinema diliydi bu. Zaman zaman baş döndürücü hale gelen bu kamera hareketleri sıkça alt açılarla, karanlık gölgeler ve neredeyse dışavurumcu ışıklandırma teknikleriyle güçlendirilip desteklendi. Erksan daha sonra bu denemelerini daha da uç noktalara taşıyacaktı.
Yönetmenin en ayrıksı eserlerinden biri kabul edilen ve sinemamızın üzerine en çok konuşulan filmlerinden biri olan 1965 yapımı Sevmek Zamanı’nda ise Erksan gerçekçi bir anlatımdan koparak daha sonra TRT için çektiği filmlerin bazılarında tekrar karşımıza çıkacak masalsı bir estetiğe meyletmişti. Bir yanıyla Doğu hikâye geleneğinin platonik-imkânsız aşk anlatısına yaslanan film Yeşilçam’dan tanıdığımız yoksul-zengin, geleneksel-modern, doğu-batı karşıtlıklarını farklı bir düzleme çıkarıyor ve melodramlarda seven çiftlerin kavuşmasına engel olan bu ayrımları daha en baştan sevilen kişi yerine ikame bir suret koyarak aşmaya çalışan bir karakterin hikâyesine odaklanıyordu. Geleneksel Türk musikisiyle ve İstanbul’un harika sonbahar tablolarıyla bezenmiş olan film yıllarca seyirciyi ikiye böldü. Kimileri için inandırıcılıktan uzak bu “sapkın” aşk, yavan ve son tahlilde melodramatikti; ancak sayıları son yıllarda giderek artan bir seyirci kitlesi için ise Batılılaşma sancılarının bir metaforu (ulaşılamayan Batı kültürünün ve zenginliğinin onun kopyalarıyla ikame edilmesi) olarak bile okunabilecek bu garip aşk hikâyesi felsefi çağrışımlarıyla birlikte sinemamızın en orijinal eserlerinden birisiydi.
Erksan’ın biçimsel denemelerine devam ettiği, Türk edebiyatının önde gelen simalarının eserlerinden TRT için uyarlanan 1975 yapımı beş orta metrajlı film, yönetmenin hiçbir seyirci kaygısı gütmeden tam bir bağımsızlık içinde özgün denemeler yaptığı eserler olarak hafızalarımıza kazındı. Yine döneminde kimi seyirci ve eleştirmenleri fazlasıyla kızdıran bu filmler bugün son derece cesur ve ilginç estetik tecrübeler olarak hatırlanmakta.
Metin Erksan’ın 19 filminin toplu gösteriminin ardından 25 Aralık’ta yapacağımız geniş katılımlı bir panelle Erksan’ın sinemasını bugünden bakarak bir kez daha değerlendirmeyi ve tartışmayı hedefliyoruz. Ayrıca bazı filmlerin gösteriminden önce ya da sonra sinemamızın kimi tanıdık simalarının yapacağı sunuşlarla bu tartışmaları zenginleştirmeyi planlıyoruz. Bu sunuşları ilerleyen tarihlerde duyuracağız.
Sinema tarihinin kurucu filmleri ve yönetmenleri arasında çıkacağımız bu yolculukta birlikte olmak dileğiyle…
Emin Alper
Sinematek/Sinema Evi Sanat Yönetmeni
[1] Necla Algan “Metin Erksan”; Funda Masdar Kara (ed.), Sansür ve Mülkiyetin Karşısında Metin Erksan içinde (Yitik Ülke yayınları: 2017) s. 39.
Kadıköy Belediyesi Sinematek/Sinema Evi'nde otopark alanı mevcut değildir; dolayısıyla sitemizdeki haritada işaretlenmiş olan, civar otoparkları kullanabilirsiniz.
Toplu taşımayı tercih edecek ziyaretçiler, Kadıköy'den düzenli aralıklarla kalkan Bostancı dolmuşlarını kullanarak Hasırcıbaşı Caddesi'nin girişinde inebilirler. Sinematek/ Sinema Evi tabelalarını takip ederek 5 dakikalık yürüme mesafesindeki kurumumuza ulaşabilirsiniz. Yine aynı yöne ilerleyen İETT otobüsleriyle de Barış Manço durağında inip yönlendirme tabelalarını takip ederek kurumumuza ulaşmanız mümkündür.