EN
Harry Kümel Geçmiş Programlar
Kapat

HEPSİ VAMPİRDİLER!

Harry Kümel’in Kırmızı Dudaklar’ını (öbür adıyla Karanlığın Kızları) ilk kez, bugün hâlâ yerinde durup durmadığını bilmediğim Bakırköy İncirli sinemasında seyrettim. Filmin bir sahnesinde “ses gitti”. Eskiden filmlerde “ses gider”, “görüntü kararır” ya da “film kopar”dı. Dijital öncesi film selüloit bir şerit, dolayısıyla daha “materyal”, dolayısıyla neredeyse “elle dokunulur” bir şeydi.

“Ses gitti”; filmin oyuncuları Delphine Seyrig’le (Akerman sezonunun Jeanne Dielman’ı) Belçikalı sembolist ressam Fernand Khnoppf’un resmettiği kızlara benzeyen Danielle Ouimet gece vakti bir tepedeydiler. Ses geri gelmeden bir süre geçti. Kontes Elizabeth Báthory rolünde Seyrig geniş pelerinini yarasa kanatları gibi karanlığa karşı açarak önünde duran kızı sardı, sarmaladı. Perdeye ve salona, sessiz sinema savunucularının sinemanın “asıl olayı” saydıkları şey hâkim oldu: Mutlak Sessizlik… Başka bir deyişle, sessiz sinemanın ünlü filmleri Nosferatu ya da Rüzgar’da olduğu gibi bir ürperti ânı. Harry Kümel dünyasının tekinsiz sihri…

Sinematek/Sinema Evi’nde, Harry Kümel dünyasından dört filmlik bir kesit sunuyoruz. Kümel, sinemadaki bu son Belçikalı sembolist- sürrealist, köklü bir geleneğin takipçisidir. Bu geleneğin unsurları arasında Avrupa gizemciliği, Belçikalı Andre Delvaux (Bray’de Randevu), Portekizli Manoel de Oliveira (Yamyamlar), Polonyalı Valerian Borowzyck (Blanche) gibi çeperde kalmış Avrupalı yönetmen sinemaları, James Ensor, Khnopff, Rene Magritte gibi Belçikalı gizemci ressamların eserleri, erkek elbiseleriyle gezinen George Sand’dan Virginia Woolf’un Orlando’suna kadar uzanan bir cinsiyet belirsizliği izleği vardır.

Edebiyat ve görsel sanatlarla bu denli haşır neşir olan Kümel’in filmleri - tıpkı Ensor’un resimlerindeki maskelere benzeyen - görünümlerin ardında gizlenenlerle alakalıdır. Giysi nedir, kadın ya da erkek elbisesi ne demektir, giysinin gizlediği ya da işaret ettiği nedir? Bastırılmış tutku mu, gizlenme ihtiyacı mı? Kılık değiştirmek lezbiyenlik için bir metafor mudur (Mösyö Hawarden), yoksa lezbiyenlik vampirlik için bir metafor mu? Yoksa vampirlik, her türlü tensel iştahta gizlenen şeyin metaforu mu? (Kırmızı Dudaklar)

Joachim Stiller adında bir orta çağ mistiği gerçekten “yaşamış mıdır”? (Joachim Stiller’in Gelişi) Umberto Eco’cu orta çağcılıkta ya da Nosferatuculuk cinsinden “dünyanın sonu” kehanetçiliğinde gerçeklik payı var mı, yoksa bu, insan olmaktan ara ara yorulan zihinlerimizin bize ettiği bir oyun, sunduğu bir görünüm, geri dönmek istediğimiz bir ülke mi? Hatta Kümel’in, David Lynch’in Twin Peaks’te yarattığı girişi-çıkışı olmayan evreni haberleyen bir evren yarattığı söylenebilir mi? Joachim Stiller’in Gelişi’nin başında filmin kahramanı gözlemlediği bir olay dolayısıyla şöyle düşünecektir: “Bu önemsiz olayın, şeyler arasındaki mantıksal ilişkiye olan inancımı sonsuza dek sarsacak olaylar dizisinin ilki olduğunu nereden bilebilirdim?” Gerçeküstücü bir dünyada “inancın askıya alınması’ denen şey.     

Malpertuis adlı eski konakta, konaktan hiç çıkmamak koşuluyla yaşayan, ölüm döşeğindeki Cassavius’un (Orson Welles) başını çektiği güruh, aile ya da klan kimlerden oluşmaktadır? Jorge Luis Borges’in Ragnarök adlı hikâyesinde sözünü ettiği “kocamış yırtıcı hayvanlar”a benzeyen eski dünyanın tanrılarını tek tanrılı dinler zamanında “keyifle, neşeyle öldürmüş” müyüzdür, yok eğer öldürmedikse, o zaman… Belki de herşey Malpertuis romanını yazan Belçikalı sürrealist yazar Jean Rey’in sayfa üzerinde hayal ettiğini sinemada hayal eden Harry Kümel’in Malpertuis filminde oyuncu Mathieu Carriere’in canlandırdığı tayfa Jan’ın hayal hapishanesinde geçmektedir.

Harry Kümel’in filmleri, 1970’lerde henüz yeni bir fantastik sinema hayal edilmeye başlanmadığı için korku filmi, pastiş, İtalyan kan-revan sineması giallo, hatta belki euro-trash kategorisinde ele alınmaya çalışılmış gibidirler. (David Lynch’in punk-fantastik Eraserhead’ini “doğurmasına” daha altı-yedi yıl vardır.)

Kümel dünyasına damgalarını vuran Delphine Seyrig ve Orson Welles gibi oyuncular bile bu filmlerde kendilerine “çok para” teklif edildiği için oynadıklarını söylemeyi, filmlerle aralarına mesafe koymayı gerekli görmüşlerdir. Oysa Kırmızı Dudaklar, kısmen Seyrig yüzünden, Alain Resnais’nin Barok bir otelde geçen, hafıza ve zamanla ilgili modernist filmi Geçen Yıl Marienbad’da’nın kanla yazılmış “gerçek hikâyesi” gibidir. Malpertuis’deki Cassavius rolü ise yaşlılık yıllarında Rabelais’nin Gargantua’sı boyutlarına ulaşan Orson Welles’in son dönem rollerinin zirvesi gibi.

Kümel’i farklı bir gözle değerlendirme konusunda feminist eleştirmen Camille Paglia’nın Sexual Personae adlı kitabındaki tespitler önemlidir.[1] Camille Paglia, özellikle Kırmızı Dudaklar filmindeki “soyut ve törensel” üslubun kötülüğü “hiyerarşik bir gözkamaştırıcılık” olarak yorumladığını, böylece “Batı kültürüne has bir erotize edilmiş iktidar” fikrinden dem vurduğunu, bunun da Gotik ve Romantik edebiyatın son dışavurumlarından biri olduğunu söyler.

İngiliz eleştirmen Geoffrey O’Brien ise “erotize edilmiş iktidar” fikrini daha ileri götürecek, Seyrig’in oynadığı Kontes Elizabeth Báthory’nin aynı zamanda bir “demagog” olduğu – bütün iktidar sahipleri gibi –, ayrıca Seyrig’in Marlene Dietrich, “kölesi” Andrea Rau’nun ise Louise Brooks ikonografisinden izler taşıdığı düşünülürse filmdeki estetiğin Weimar-Nazi dönemi estetiğinden izler taşıdığını ileri sürecektir. Batı kültürü açısından bakılacak olursa gerçekten de Kümel’in tekinsiz yaratıklarının bir çeşit Gotik edebiyatın öl(e)meyen varlıkları, kalıntılar, kısacası birer vampir olduğu düşünülebilir.                          

Gizlenenle gizlenileni Mösyö Hawarden’de olduğu gibi dokunaklı bir itirafta birleştiren, Malpertius’da bir sırrı açarken aslında kapatan, Joachim Stiller’in Gelişi’nde durmadan olaylar arasındaki mantıksal ilişkiyi sorgulayan, Kırmızı Dudaklar’da karşı konulmaz kan ihtiyacının kusursuz dekoru yırtıp geçtiği, el yapımı bir nesne kadar kendine özgü Harry Kümel dünyasına hoş geldiniz.

Fatih Özgüven

 


[1] Paglia, Camille. Cinsel Kimlikler: Nefertiti'den Emily Dickinson'a Sanat ve Çöküş. Çevirenler: Anahid Hazaryan, Fikriye Demirci. Epos Yayınevi, 2014.

Kadıköy Belediyesi Sinematek/Sinema Evi'nde otopark alanı mevcut değildir; dolayısıyla sitemizdeki haritada işaretlenmiş olan, civar otoparkları kullanabilirsiniz.


Toplu taşımayı tercih edecek ziyaretçiler, Kadıköy'den düzenli aralıklarla kalkan Bostancı dolmuşlarını kullanarak Hasırcıbaşı Caddesi'nin girişinde inebilirler. Sinematek/ Sinema Evi tabelalarını takip ederek 5 dakikalık yürüme mesafesindeki kurumumuza ulaşabilirsiniz. Yine aynı yöne ilerleyen İETT otobüsleriyle de Barış Manço durağında inip yönlendirme tabelalarını takip ederek kurumumuza ulaşmanız mümkündür.