EN

Mastroianni 100 Yaşında??! Olamaz!
 

“Mastroianni’nin gözleri melankoli ve hayal kırıklığı ile parlar. Alexander Walker çokça reklamı yapılan bir seksapel ve aslında tepkisizlikten ibaret bu karışımın iktidarsızlık sınırına gelip dayandığı analizini yapar. İster İtalyan seks komedilerinde Sophia Loren’in eline düştüğünde, ister La Notte’de Jeanne Moreau tarafından aşağılandığında ya da 10. Kurban’da Ursula Andress tarafından yok sayıldığında, Mastroianni bir cinsel tatmin belirtisi göstermez. O halde, kadınların hoşuna gitmesinin sebebi kısmen aşırı doygunluk tarafından iğdiş edilmiş olmasından mıdır? Yoksa lakaytlığı kadınları kışkırtmanın bir tarzı mıdır, âşık olmalarını sağlamak üzere?” 

Yanlış; David Thomson’un parlak tespitlerle dolu sinema portrelerinden oluşan The “New” Biographical Dictionary of Film’ine hayranlığım baki olmakla birlikte Anglosakson eleştirmenlerin Mastroianni’nin cazibesini asla analiz edemeyeceklerini söylemeye cüret edeceğim. Ayrıca Mastroianni’nin Sophia Loren’li filmlerine “İtalyan seks komedisi” demek nedir??!

Mastroianni ya da daha çok kadın hayranlarının samimi hitabıyla “Marcello!”, Akdenizli rehaveti, bir Grek burnu, kendi kendilerinin farkında değilmiş gibi duran güzel dudakları ve onlardan dökülen yumuşak bir sesten meydana gelir. Nice Alfa erkeğinin yıllarca uğraşsa tutturamayacağı bir lezzet ki, mesela İtalyan şehirlerinin en küçüklerinin bile sahip oldukları belli bir ahenk, bir dalından düşmeye hazır meyve kıvamıyla karşılaştırılabilir. Dalından düşme kıvamında meyve, kendi hâlini bilir mi? Bilmez. En cazip olduğu rollerde Marcello Mastroianni de öyle bir şeydir işte. 

Doğru, ilk filmlerinden birinde, Vitaliano Brancati’nin Il bell’Antonio romanının sinema uyarlamasında, çapkınlığı dillerde dolaştığı hâlde aslında iktidarsız olan genç Antonio rolündedir. Roman, İtalyan toplumunun, üstelik faşizmin eşiğindeki İtalya’da erkeğe yüklediği beklentileri hicveder. Ama zaten Marcello Mastroianni, böyle konular karşısında tereddüt etmeyecek kadar çeşitliliğe adanmış bir meslek yaşamı sürdürmüştür. Olgun yıllarında, birçok filmindeki partneri Sophia Loren ile birlikte oynadığı, herkes Mussolini’yi kutsayan bir törene gitmişken aynı apartman bloğunda yolları kesişen ev kadını ile eşcinsel radyo spikerinin hikâyesi Özel Bir Gün’de (Una giornata particolare) en parlak rollerinden birindedir. Bu filmde, ev terlikleri ile gezinen Sophia Loren’e rumba öğretmeye çalışırken seyredin onu. Erkekliğin farklı bir yüzünü canlandırırken hem çok dokunaklı hem de çok çekicidir.

’ta, kendisine türlü türlü bakımlardan talip olan “karşı konulamaz” bir kadın ordusunun ortasında kalmış yönetmen rolünde ise alamet-i farikası olan klasik cazibesini konuşturur. Bir tür erkek Marilyn Monroe’dur. Kendisine pek yakışan siyah çerçeveli gözlüğünü burnunun üzerine indirerek Anouk Aimée’den Claudia Cardinale’ye, filmin yönetmeni Fellini’nin sevgilisi Sandra Milo’dan korku filmleri kraliçesi Barbara Steele’a kadar peşindeki kadınları süzer; onlardan kaçar mı, onlara vaatlerde mi bulunur? Belli değildir. Zaten meğerse aslında, asıl cinsel fantezisi taa çocukluğunda bir gün, bir sahilde… Neyse. Kadınlara bir kutuyu dolduran çeşit çeşit çikolatalar muamelesi yapmanın tehlikeleri üzerine bir film.

Vittorio De Sica’nın Eduardo De Filippo’nun Filumena Marturano piyesinden sinemaya uyarladığı İtalyan Usulü Evlilik (Matrimonio all’italiana) ise hem komik hem de acıklı biçimde erkeklere ve kadınlara bakar. Seyirciyi, evlilik ve beraber olma kurumlarının taşlı dikenli yollarında kimin av kimin avcı, kimin kurban kimin kapan kuran olduğu üzerine düşündürür. Bol bol İtalyan klişeleriyle dolu olmasına rağmen Sophia Loren’le birlikte oynadıkları filmlerin en iyilerinden biridir. 

De Sica-Loren-Mastroianni işbirliğinin diğer parlak bir örneği içinse Dün, Bugün, Yarın’a (Ieri oggi domani) ve orada Sophia Loren’in Marcello karşısında striptiz yaptığı sahneye bakmalı. Marcello’nun o sahnede sergilediği haz, çocuksu, pür ve neredeyse masum bir mutluluktur. Otuz küsur sene sonra Robert Altman, Hazır Giyim ( Prêt-à-Porter) filminde aynı sahneyi aynı aktörlerle yeniden çekecek ve sahnenin seyirciye de oyunculara da verdiği hazdan pek bir şey eksilmediğini gösterecektir. 

Marcello Mastroianni, daha olgun dönemindeki filmlerinde çeşitli (çoğu erkek) yönetmenler tarafından Latin lover efsanesinin parodisini, eleştirisini yapmak ya da çöküşünü canlandırmak üzere kullanılır ve buna itirazı varmış gibi görünmek şöyle dursun bu rolleri derinden anladığını düşündürür. Bu onun yeni bir yüzüdür, yeni bir dönem.

O bu rollerde erkeklerin yaşam ve ölüm karşısındaki önemli bir tutumunu anladığını hissettirir -özellikle hayatın belli bir noktasında; Tereddüt. Ya da Yanlış  Seçim hissi. Bazen de Pişmanlık. Bu dönemin, geçtiğimiz aylarda Sinematek’te yapılan Visconti Retrospektifi’nde yer alan, Camus’nün romanından uyarlanan 1967 tarihli Yabancı (Lo straniero) filmindeki Meursault rolüyle başlaması boşuna değil. Edebiyatın en büyük seçim yapan ve/ama bu seçimi neden yaptığını bilemeyen kahramanı rolü Mastroianni’nin olgunluk yıllarına girişine çok yakışır. 

Bu seçim yapamayan ya da yanlış seçim yapan ya da neden bu seçimi yaptığını bilmeyen adama filmdeki herkes bir gerekçe ya da açıklama bulmaya çalışırken bir tek sevgilisi, “kendisini ille de sevmediği hâlde evlenmeye evet diyen” bu adamı kayıtsız şartsız kabullenir. Burada Meursault karakteri kadar Marcello efsanesi de sürmektedir. Marcello ile kadınlar arasında özel bir ilişki vardır. Marcello kadınları hep anlamıştır, kadınlar da onu. 

Marco Ferreri’nin toplumun ileri gelen dört üyesi rolündeki dört erkek oyuncu Ugo Tognazzi, Michel Piccoli, Philippe Noiret ve Mastroianni’yi bir seks, yemek, alkol ve aşırılık yarışına, antik Roma ziyafetlerini andıran ölesiye bir “büyük tıkınma”ya soktuğu Büyük Tıkınma (La grande bouffe) grotesk, komik ve çok acıklıdır. Bu eşi benzeri olmayan filmde Marcello’nun sonu pek fena olacaktır ve büyük âşık rollerinin ünlü oyuncusunun bu rolü bilerek oynadığı, kendi imajıyla bile bile dalga geçtiği aşikârdır.

Taviani Kardeşler’in, az bilinen filmleri Allonsanfàn’daki aristokrat kökenli, 1789 Devrimi’nin rüzgârıyla Jakoben olmuş sabık devrimci Fulvio rolünde Marcello’yu oynatmayı seçmeleri ise dahiyane bir fikirdir. Film, Marcello  Mastroianni’nin mükemmel canlandırdığı kararsız ve inancında mütereddit adam rolüne, vakt-i zamanındaki “güzel adam” efsanesinden de bir tutam katar. Hikâyenin bir noktasında, kir pas içinde bir keşiş kılığında ailesinin konağına geri dönen Fulvio, sabahında kendisini tıraş etmeye gelen berbere “Beni yeniden güzel yap!” der. 

Theo Angelopoulos’un sinemanın büyük erkek aktörlerine (Bruno Ganz, Willem Dafoe, Harvey Keitel, Erland Josephson, Michel Piccoli vb.) yirminci yüzyılın sonu erkek Angst’ının taşıyıcıları olarak resmigeçit yaptırdığı filmler dizisi, Mastroianni’yi oynattığı Arıcı (O melissokomos) ile başlar. (Angelopoulos, ona Leyleğin Geciken Adımı’nda [To meteoro vima tou pelargou] yeniden dönecektir.) Mastroianni yaşlanan, iktidarını ve her şeyini yavaş yavaş kaybeden arıcı rolünde hırpani, yenik ve inandırıcıdır. Uyduruk bir maiyeti bile olmayan bir Kral Lear, Shakespeare ile Beckett arası kanadı kırık bir trajedi kahramanı; genç Marcello’nun özellikle , Tatlı Hayat (La dolce vita) gibi Fellini filmlerinde dalıp gitmelerinin, masumiyet arayışının, “tutulma” anlarının belki de çok uzaktaki bir yaşlı adam portresini görmesinden ileri geldiği söylenebilir. O filmlerin dolce far niente ortamlarında süzülen playboy’un küçük aydınlanma anları.

Gerçi çok da uçmayalım. Mastroianni müzmin bekâr falan değildir. Ne de evliliğe ve aile babalığına yabancıdır. Ta gençliğinde evlendiği ilk eşiyle çapkınlıkları yüzünden arası açılsa da Katoliklik yüzünden asla boşanmadığı, bu yüzden hayatının aşkı Faye Dunaway tarafından terk edildiği söylenir. Biri, bir ara sevgilisi olan ve birlikte dört film çevirdiği Catherine Deneuve’den kızı Chiara Mastroianni olmak üzere iki de kızı vardır. Ama aile babalığı konusunu da hafife almaktan çekinmez. Deneuve’le oynadığı Jacques Demy komedisi Kocam Hamile’de (L’événement le plus important depuis que l’homme a marché sur la Lune) berber karısından hamile kalan bir sürücü kursu şoförünü canlandırır. Film müthiş olmasa da caziplikten komikliğe aniden geçivermekte başarılı olan “hamile” Marcello çok sempatiktir.

Marcello Mastroianni seçkisinin en sevimli filminin bir baba-oğul filmi olması da bu duruma uygun. Mastroianni’nin Ettore Scola ile yaptığı filmlerden Saat Kaç? (Che Ora è?) tanıdık bir baba oğul hikâyesi anlatır. Oğluna çocukken göstermediği sevgiyi telafi etmek için buluştukları bir gün boyu saçma sapan bir babalık taklidi yapan Mastroianni ile ona olgunlukla tahammül eden oğul Massimo  Troisi ikilisinin bir gün içinde başlarından geçenler, her kültürde tanınacak bir baba oğul hikâyesidir.

Fatih Özgüven
 

İlaveten, kişisel bir seçki:
Dünyanın Başlangıcına Yolculuk (Viagem ao Princípio do Mundo, 1997, Manoel de Oliveira)
Bulutların Ötesinde (Al di là delle nuvole, 1995, Michelangelo Antonioni, Wim Wenders)
Ginger ve Fred (Ginger e Fred, 1986, Federico Fellini)
Ölü Ordunun Generali (Il generale dell'armata morta, 1983, Luciano Tovoli), İsmail Kadare’nin romanından
IV. Henry (Enrico IV, 1984, Marco Bellocchio), Luigi Pirandello’nun oyunundan
Ten (La Pelle, 1981, Liliana Cavani) Curzio Malaparte’nin romanından
Liza (1972, Marco Ferreri)
Sonuncu Leo (Leo the Last, 1970, John Boorman)

 

 

 

* Katkılarından ötürü İtalyan Kültür Merkezi'ne teşekkür ederiz.

Kadıköy Belediyesi Sinematek/Sinema Evi'nde otopark alanı mevcut değildir; dolayısıyla sitemizdeki haritada işaretlenmiş olan, civar otoparkları kullanabilirsiniz.


Toplu taşımayı tercih edecek ziyaretçiler, Kadıköy'den düzenli aralıklarla kalkan Bostancı dolmuşlarını kullanarak Hasırcıbaşı Caddesi'nin girişinde inebilirler. Sinematek/ Sinema Evi tabelalarını takip ederek 5 dakikalık yürüme mesafesindeki kurumumuza ulaşabilirsiniz. Yine aynı yöne ilerleyen İETT otobüsleriyle de Barış Manço durağında inip yönlendirme tabelalarını takip ederek kurumumuza ulaşmanız mümkündür.